Yeni Demokrat Kadın - YDK
yeni demokrat kadın
  • ANASAYFA
  • GÜNCEL
  • AÇIKLAMALAR
  • LGBTİ+
  • GÖĞÜN YARISI
    • İŞÇİ KADIN
    • KÖYLÜ KADIN
    • GENÇ KADIN
  • YAZILAR
    • MAKALELER
    • DERLEDİKLERİMİZ
    • DOSYA
    • DENEYİMLER
    • RÖPORTAJ
  • ARŞİV
  • VARIZ
    • ANI-ANLATI
    • PUSULA
    • TUTSAK KADINLAR
  • İLETİŞİM
Sonuç yok
Bütün sonuçlara bak
  • ANASAYFA
  • GÜNCEL
  • AÇIKLAMALAR
  • LGBTİ+
  • GÖĞÜN YARISI
    • İŞÇİ KADIN
    • KÖYLÜ KADIN
    • GENÇ KADIN
  • YAZILAR
    • MAKALELER
    • DERLEDİKLERİMİZ
    • DOSYA
    • DENEYİMLER
    • RÖPORTAJ
  • ARŞİV
  • VARIZ
    • ANI-ANLATI
    • PUSULA
    • TUTSAK KADINLAR
  • İLETİŞİM
Sonuç yok
Bütün sonuçlara bak
Yeni Demokrat Kadın - YDK
Sonuç yok
Bütün sonuçlara bak
Anasayfa GÜNCEL

Aileyi Değil Kendini Güçlendir

6 Haziran 2025
in GÜNCEL, MAKALELER
Aileyi Değil Kendini Güçlendir
0
PAYLAŞ
0
VIEWS
Share on FacebookShare on Twitter

Kadınların yaşamına yönelik her saldırı, tekil bir karar ya da uygulamadan ibaret değil erkek egemen devletin yürüttüğü bütünlüklü bir siyasal yönelimin parçasıdır. Soyadı düzenlemesinden esnek çalışma modeline, kürtaj hakkının fiilen ortadan kaldırılmasından kadınları “aileye” çağıran kampanyalara kadar atılan her adım kadını toplumsal emeğin dışına itmekte, onu yalnızca aile içinde tanımlamakta ve doğuran, bakan, itaat eden bir konuma sabitlemektedir. Görünüşte kadının güçlendirilmesi hedefleniyor gibi sunulan bu adımlar gerçekte onu toplumsal üretimden, karar alma süreçlerinden ve en nihayetinde yaşam hakkından uzaklaştırmayı amaçlamaktadır.

Kadınların toplumsal üretime katılımı, içinde yaşadığımız ekonomik ve toplumsal yapının doğrudan bir sonucudur. Bunu daha önceki yazılarımızda defalarca konu etmiş ve çeşitli yönleriyle açıklamıştık. Ülkemizdeki yarı sömürge ve yarı feodal ilişkiler kadın emeğini büyük ölçüde görünmez ve güvencesiz hale getirmiştir, getirmeye devam edecektir. Ev işleri, bakım emeği ya da kayıt dışı alanlarda yoğunlaşan bu emek biçimleri, kadınları üretimin asli bir öznesi olmaktan uzaklaştırmaktadır. Bugün kadınların istihdama katılımı, iş güvencesinden ve erkeklerden çok daha düşük ücretlere çalıştırılması bir biçimde gerçekleşmektedir. Elbette kadınlara yönelik bu eşitsiz tutum bu coğrafyaya özgü değildir; kadınlar, burjuva devrimlerini tamamlamış ve sanayileşmiş ülkelerde de haksız ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Çünkü cinsiyet eşitsizliği sadece geçmiş çağdan kalmış ilişki biçimlerinin yarattığı bir sorun değil, kapitalist ilişkilerin de ürettiği bir sorundur ve yasal düzenlemelerle sağlanan “eşitlik” görünürde kalmaktadır; çünkü bu eşitsizlik doğrudan üretim ilişkilerinin yapısında yeniden yeniden üretilmektedir. Kadının erkekle eşit koşullarda yaşayabilmesi ancak emeğin meta olmaktan çıktığı, insan bedeninin sermayenin her tür hizmetine koşulduğu sistemlerin tarihin çöplüğüne atıldığı, yani özel mülkiyetin ortadan kaldırıldığı bir toplumsal düzenle mümkündür.

Devletin “kadın” demekten imtina edip sürekli “aile”den söz etmesi de içine doğduğumuz toplumsal sistemin değerlerinden ve temel ihtiyaçlarından ileri gelmekle bir tesadüf değildir. Kadınların emeğinin karşılığı olan, bedeninin sahibi olmasından gelen, çalışma zorunluluğundan doğan haklarını ve taleplerini karşılamak yerine devlet, onları aileye çağıran, çocuk doğurmaya, evlenmeye ve bitmiş evlilikleri dahi ısrarla sürdürmeye, aile içinde uğradığı haksızlıklara, hatta şiddete sessiz kalarak rıza göstermeye zorlayan bir anlayışla yönetmektedir. Sözde “millet” gerçekte bey, ağa ve patronların meclisi olduğu halde esasen meclisin dışında ve temelde de örgütsüz toplum gerçekliğinin ürünü olarak topluma rağmen yapılan her düzenleme sonuç olarak devletin bu anlayışının parçasıdır. Evli kadının yalnızca kendi soyadını kullanmasının yasaklanması, hukuki bir düzenleme kisvesi altında ataerkil ideolojinin yeniden tahkim edilmesidir. Bu, kadını özne olmaktan çıkarıp erkeğin eşi olarak tanımlayan zihniyetin ifadesidir. Aynı zamanda kadınların uzun mücadelelerle elde ettiği bir hakkın gaspıdır.

Bu tür müdahaleler yalnızca kadının aile içindeki konumunu değil toplumdaki yerini de yeniden tanımlamaya yöneliktir. Erkek egemen devletin temel derdi derinleşen toplumsal krizin yükünü kadın emeğiyle hafifletmektir. Artan yoksulluk, güvencesizlik ve işsizlik karşısında kadınlardan beklenen edimler çocuk doğurması, ailenin yükünü sırtlaması ve “yuvası” olan evinde kalmasıdır. Bu yuva onun, her işinden sorumlu olduğu çalışma alanıdır oysa. Her kadının toplumsal üretime katılımı değil ev içi rollerinin pekiştirilmesi tercih edilmektedir. Kadının özgürleşmesinden korkan bu düzen onun sessizliğini, bağımlılığını ve itaatini sürdürmesine neden olacak her tür yolu kullanmaktadır, tüm yetkisini, otoritesini bu amaçla kullanmaktadır.

Bu yönelim, doğurganlık üzerindeki baskılarda da açıkça kendini göstermektedir. Kürtaj hakkı doğrudan hedef alınmakta, hastanelerde bu hakkın kullanımı fiilen engellenmektedir. Egemenler, çocuk doğurmayan kadınları suçlayıcı bir dille hedef gösterirken asıl gerçek şudur: Kadınlar doğurmuyor çünkü hayat pahalı, gelecek güvencesiz, bakım yükü ise tamamen onların omzunda. Ücretsiz kreş yok, iş güvencesi yok, eşit ücret yok.

Kadınların çocuk sahibi olmaması, bir tercihten çok mevcut düzenin dayattığı bir zorunluluktur. Buna rağmen doğum oranlarındaki düşüş bir “tehdit” olarak görülmekte; kadınlar yeniden doğurmaya ikna edilmeye çalışılmaktadır.

Oysa burada aranan ikna değil, itaattir.

Kürtajın engellenmesiyle doğumun teşvik edilmesi, aynı baskıcı politikanın iki yüzüdür: Kadının bedenine ve yaşamına dönük müdahale.

Kadının doğurmaya zorlanması, yalnızca kadına ait bir tercih hakkına müdahale değil, aynı zamanda emek rejiminin yeniden üretimi için kurulan toplumsal bir disiplin mekanizmasıdır. Çünkü doğuran kadının yalnızca bedenine değil, aynı zamanda ücretsiz bakım emeğine de el konulmaktadır. Mevcut devletlerin tümü, sosyal hakları tasfiye ederken çocuk, yaşlı, hasta bakımını kadınların “görevi” olarak dayatmakta; ücretli bakım hizmeti sunmak yerine kadınları ev içi emeğe mahkûm etmektedir. Dolayısıyla çocuk doğurmaya teşvik, bir nüfus politikası olduğu kadar bir ekonomi politikasıdır da. Bu çerçevede doğurganlığın artması, devletin kendi yükünü kadınların omuzlarına yıkma çabasının başka bir adıdır. Kadına düşen rol, birey değil; aileyi ayakta tutan, uysal ve üretken bir “bakım makinesi” olmaktır.

Bu saldırılar üretim ilişkilerinden bağımsız ele alınamaz. Kadın emeğinin ne şekilde kullanılacağına dair politikalar giderek daha açık biçimde şekillenmektedir. “Kadının güçlenmesi” söylemiyle sunulan esnek çalışma modelleri de aslında kadınları hem ucuz iş gücü olarak üretime dahil etmeyi hem de ev içi emeği sürdürebilecek biçimde konumlandırmayı hedeflemektedir. Bu modelde kadın hem çalışacak hem çocuk büyütecek hem de ev işlerinden sorumlu olacaktır. Tam zamanlı bir emek yüküyle karşı karşıya olan kadının, bunun karşılığında aldığı ücret kısıtlı, sosyal hakları sınırlı ve güvencesizdir. Oysa kadınlar için üretime katılmak yalnızca ekonomik bir ihtiyaç değil aynı zamanda sınıfsal konumunu fark etmenin ve toplumsal değişimin öznesi olmanın yoludur. Ev işlerinin angaryasından kurtuldukça, bakım yükünü paylaşabildikçe ve emeğini toplumsallaştırabildikçe kadınlar toplumsal güçlerini, özel olarak da kendilerini tanırlar. Tam da bu nedenle erkek egemen devlet, kadının üretim içinde tam bir özne hâline gelmesinden korkar. Kadının bilinçlenmesi, sorgulaması, dayanışması ve örgütlenmesi bu düzenin sürdürülebilirliğine yönelik en ciddi tehdittir.

Kadınların üretimden dışlanması, karar alma süreçlerinden uzak tutulması ve yalnızca aileyle tanımlanması; tüm kadınları ama özellikle de işçi, emekçi ve yoksul kadınları hedef almaktadır. Çünkü en derin yoksunlukların, en ağır yüklerin altındaki kadınlardan yükselecek öfke, yalnızca bir hak arayışı değil, aynı zamanda düzenin temellerini sarsacak bir güçtür. Kadının çalışma hakkı, kürtaj hakkı, erkek zorbalığından kendisini koruduğu “ataerkil şiddetin” olmadığı bir yaşam hakkı ve kendi cinsel kimliğini toplumsal özgürlüğün bir parçası olarak var etme hakkı; birbirinden ayrılamayacak kadar iç içe geçmiş, kadın özgürlük mücadelesinin kopmaz parçalarıdır. Bu mücadele, bir sistem eleştirisidir; toplumsal cinsiyet eşitsizliğini besleyen ataerkil devlet aklına, piyasa çıkarlarını kutsayan düzene ve kadını yalnızca aile içinde tanımlayan ideolojik kuşatmaya karşı yükselen bir karşı duruştur. Erkek egemen düzenin çizdiği sınırları tanımayan her kadın, yalnızca kendi hayatını değil, tüm ezilen kadınların yolunu aydınlatır. Bu yol; sessizlikle, boyun eğmekle, itaate zorlayan rollerin içine sinerek değil, direnerek, yan yana gelerek, birlikte yürüyerek açılır. Ve bu yol artık ne geri döner, ne de yalnızdır.

Tags: aile yılı
Önceki haber

Trans Kadınların Çıkmazları… Tüm Mümkünlerin Kıyısında

AÇIKLAMALAR

YDK açıklama

Baskı ve Şiddetle Kuşatılmış Yaşamımızı Örgütlenerek Özgürleştirelim

25 Kasım 2023

Biz kadınlar birleşip örgütlenmedikçe, maruz kaldığımız erkek şiddetine sesimizi çıkarmadıkça hapsedildiğimiz duvarlar içinde sıkışmaya devam edeceğiz. Kadına Yönelik Şiddete Karşı...

Tutsak Partizanlar'dan 25 Kasım açıklaması

Tutsak Partizanlar’dan 25 Kasım açıklaması

24 Kasım 2023

Tutsak Partizanlar 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü kapsamında açıklama yayımladı. "Çünkü; bir arada ve haykırıyoruz: Emeğimiz, bedenimiz,...

YDK açıklama

Zulme Karşı Kadın Kazanacak, Başka Yolu Yok! Mücadelede Israr Ediyoruz!

25 Kasım 2022

25 Kasım 1960’de, Rafael Trujillo diktatörlüğüne boyun eğmeyen ve mücadeleyi omuzlayan Mirabel kardeşler katledilişlerinin mücadeleci 62. yılında İran barikatlarında, Türkiye’nin...

Yeni Demokrat Kadın

© 2021 Yeni Demokrat Kadın - YDK resmi web sitesidir.
Sonuç yok
Bütün sonuçlara bak
  • ANASAYFA
  • GÜNCEL
  • AÇIKLAMALAR
  • LGBTİ+
  • GÖĞÜN YARISI
    • İŞÇİ KADIN
    • KÖYLÜ KADIN
    • GENÇ KADIN
  • YAZILAR
    • MAKALELER
    • DERLEDİKLERİMİZ
    • DOSYA
    • DENEYİMLER
    • RÖPORTAJ
  • ARŞİV
  • VARIZ
    • ANI-ANLATI
    • PUSULA
    • TUTSAK KADINLAR
  • İLETİŞİM